Tabiûnun Kitâbet Karşıtı Duruşunun Kritiği

Dr. Öğr. Üyesi Sait İNAN 2024-10-03

Tabiûnun Kitâbet Karşıtı Duruşunun Kritiği

Öz

Hadis kitâbeti konusunda yazı karşıtı tutum ve söylemlerin zikredildiği rivâyetler kendi dönemindeki kitâbet algısını ve yazıyla ilgili alışkanlıkları ortaya koymaktadır. Ayrıca bu rivâyetler hadislerin bilgi değeri konusunda eleştiriler sunan yaklaşımlar için de önemli bir referans olmuştur. Konuyla ilgili yapılan çalışmalar genellikle Hz. Peygamber ve sahabe dönemindeki rivâyetleri ele alıp incelerken, tabiûn dönemi rivâyetler yeteri kadar incelenmemiştir. Tedvin öncesi dönemde, önemli ilmi faaliyetlerde bulunan isimlerin hadislerin yazıya geçirilmesi ile ilgili menfi tutum ve söylemlere sahip olması izah edilmesi gereken bir durumdur. Resmi tedvin faaliyeti öncesinde tabiûndan 14 ismin kitâbet aleyhinde rivâyeti vardır. Ancak bu isimlerden on üçünün kitâbet lehinde de rivâyetleri bulunmaktadır. Bu durum hem hadis kitabetinin karşısında olmak hem de hadis yazmak şeklinde bir görünüm arz etmektedir. Birbirine muhalif yönde gelişen bu tutumu anlamlandırabilmek kitâbet karşıtı duruşun nedenlerini tahlil etmekle mümkün olacaktır. Tabiûndan bazı isimlerin hadislerin yazılması aleyhinde bir duruş sergilediği görülse de konuyla ilgili rivâyetlerin büyük kısmında hoş karşılanmayan husus hadislerin yazılarak kayıt altına alınması değildir. Kitabet karşıtı rivayetler çoğu zaman direkt hadislerin kayıt altına alınmasından değil, kayıt altına alma yönteminin, şartlarının, zamanlamasının doğuracağı sıkıntılardan kaynaklanmaktadır. Hadis musanniflerinin kitâbet aleyhindeki rivâyetleri herhangi bir ayrıştırmaya tabi tutmadan, hadis kitâbeti aleyhindeki başlıklar altında toplaması, kitâbet aleyhindeki tutumu olduğundan daha belirgin hale getirmiştir. 

Giriş

Tedvîn faaliyeti hadis kitâbetinde önemli bir eşiktir. Ancak bu eşikten önce de hadislerin yazıldığını ifade eden çok sayıda rivâyet bulunmaktadır. Hz. Peygamber döneminde ve bu dönemin etkilerini büyük oranda sürdürdüğü sahabe döneminde, Kur’ân’ın muhafazası ve ona alternatif bir sistem inşa etmemek gibi endişelerle kimi zaman yazılmayan hadisler, bu endişelerin ortadan kalmasıyla daha cesur, titiz ve kapsamlı etkinliklerle yazıya geçirilmiştir. Bu anlamda hadis kitabetinin Hz. Peygamber döneminden başlayarak yükselen bir grafik izlediğini söylemek mümkündür. Ancak bu alanda her ne kadar hızlı bir gelişim olsa da tabiûndan bazı isimlerin kitâbet aleyhinde tavır sergilediklerini ifade eden uygulama ve ifadeler bulunmaktadır. Bu tabakadaki kitâbet karşıtı duruş üzerinde durulması gereken bir meseledir. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Osman’ın Kur’ân’ın muhafazasına yönelik faaliyetleri sonucunda, Kur’ân’la ilgili endişelerin büyük oranda azalması, okuma yazma hususunda yaşanan gelişmeler, yazı malzemesi kullanmak ve temin etmek konusunda olumlu yönde değişen şartlar, hadis kitabetine engel durumların devam etmemesi gerektiğini düşündürmektedir. Oysa tedvin öncesi dönemde, ilmi faaliyetlerde bulunan tabiûnun büyük ve orta tabakasından bir kısım isimler, kitâbet aleyhinde tavır sergilemişlerdir. Konuyla ilgili rivâyetleri değerlendirmeye tabi tutmak, tedvîn öncesindeki kitâbet algısını gözler önüne sermek ve o dönemde yaşayan tabiûnun kitâbet karşıtı duruşunun nedenlerini ortay koymak adına önemlidir. Tabiûnun kitâbet karşıtı duruşuyla ilgili müstakil bir çalışma yapılmamıştır. Ancak kitâbete müteallik bir kısım çalışmalarda konuyla ilgili değerlendirmeler yer almaktadır. Konuyla ilgili akademik çalışma yapan ilk isimlerden biri Talat Koçyiğit’tir. O, “Hadislerin Toplanması ve Yazı ile Tespiti” başlığıyla bir doktora tezi hazırlamıştır. Çalışmanın üçüncü bölümünde tabiûnun kitâbeti ele alınmıştır. Fuad Sezgin, “Buhârî’nin Kaynakarı” isimli eserinin giriş kısmında, rivâyetler ışığında sahâbe ve tâbiûna ait kitâbet faaliyetini gözler önüne sermiştir. Arif Ulu “Tâbiûnun sünnet Anlayışı” isimli doktora tezinde tâbiûnun kitâbeti için ayrı bir başlık açmıştır. Konuyla ilgili diğer bir çalışma, Güray Yapar ait “Hadislerin Yazılı Malzemeye Dönüşme Süreci” başlıklı yüksek lisans tezidir. Tez, hadislerin yazıya dönüşme sürecini değerlendirmeye almıştır. Türkiye dışında yapılan; Muhammed Acâc el-Hatîb’in “es-Sünnetü kable’t-tedvîn” isimli tezi ve Muhammed Mustafa el-A‘zamî’nin (1937-2017) “Dirâsât fî’l-hadisi’n-nebevî ve târîhu tedvînih” isimli tezi konuyla ilgili kıymetli değerlendirmelere yer vermektedir. Ayrıca Cemal Ağırman’ın kaleme aldığı “Hadis Edebiyâtının İntikal Safhaları ve Kitâbet Meselesi” başlıklı makalesi, Ahmet Yücel’in “Hadislerin Yazılı Rivâyeti ve İmlâ Geleneği” isimli çalışması, Hüseyin Akgün’ün “Hadisler Yazılmadı mı?” başlıklı çalışması, Schoeler’in “Die Frage Der Schriftlichen Oder Mündlichen Überlieferung Der Wissenschaften im Frühen Islam” isimli makalesi konuyla ilgili önemli değerlendirmelere yer vermiştir. Çalışmamız tabiûn tabakasının bütününde kitâbet karşıtı duruşun kritiğini yapmayacaktır. Amacımız, Kur’ân’la ilgili tamamlayıcı faaliyetlerin -onu muhafaza etmek, hadisle karışmasına engel olmak, yazarak çoğaltmak- gerçekleştirildiği bir zamanda, sahâbenin büyük çoğunluğunun vefatının sonrasında, resmi tedvin faaliyetinin öncesinde kitâbet karşı tutumun boyutlarını ve nedenlerini ortaya koymaktır. Hz. Peygamber ve sahabe dönemi sonrasında hâlâ varlığını devam ettiren hadis yazımı yasaklığının sebepleri, hadis kitâbeti meselesinin anlaşılması ve hadislerin günümüze intikali hususunda önemli veriler sunacaktır. Çalışmamızda öncelikle konuyla ilgili olumsuz söylem ve uygulaması olan isimler tespit edilerek onlara ait rivâyetler zikredilecektir. Bu isimlerin kitâbetle ilişkilendirilen müspet rivâyetleri de zikredilerek konu bir bütün olarak değerlendirmeye alınacaktır. Rivâyetlerden ulaşılan sonuçlarla kitâbet karşıtı duruşun nedenleri ve kitâbetle ilgili yerleşik algı ifade edilecektir.

1. Hadîs Kitâbetini Sakıncalı Gören Tâbiîler

1.1. Alkame b. Kays en-Neha‘î (ö. 62/682)

Alkame’nin kitâbet karşıtı diyebileceğimiz sadece bir rivâyeti bulunmaktadır. Bu rivâyette Mesrûk (ö. 63/683) kendisinden bir şeyler yazmasını talep etmiş, ancak Alkame bu talebe karşılık: “Bilmiyor musun yazmak sakıncalı bir iştir.” diye karşılık vermiştir. Rivâyetin devamında Mesrûk: “Evet biliyorum ama ezberleyeceğim sonra sileceğim” demiş, Alkame de bu durumda bir sıkıntı olmayacağını nakletmiştir (Ahmed b. Hanbel, 1422, s. I/216; İbn Ebî Heyseme, 1427, s. III/126; Hatîb el-Bağdâdî, 1429, s. 63; İbn Abdilber, 1414, s. I/284. Bazı kaynaklarda Alkame ve Mesrûk’un yer değiştirdiği görülmektedir. el-Fesevî, 1401, s. II/555). 

1.2. ‘Abîde b. ‘Amr es-Selmânî (ö. 72/691)

Rivâyetlerde anlatıldığına öğrencisi İbrâhîm onun yanında yazı yazarken veya yazmak için izin isterken ‘Abîde ona “Benden bir şeyler yazarak bâkileştirme!” anlamına gelen “ نيِاع خلدانْ تا لَا كتااباِ “ ifadesini kullanmıştır (İbn Sa‘d, 1410, s. VI/153; Ahmed b. Hanbel, 1422, s. I/214; Dârimî, “Mukaddime”, 42; İbn Abdilber, 1414, s. I/285). Başka bir rivâyette İbrâhîm ondan yazmak için bir deri parçası istemiş ve hocası yukarıdaki cevabın aynısını vermiştir (Dârimî, “Mukaddime” 42). Diğer bir rivâyette ise İbn Sîrîn, ‘Abîde’ye senden işittiklerimi yazayım mı diye sormuş, ‘Abîde hayır karşılığını vermiştir. İbn Sîrîn “Kitap bulursam sana okuyayım mı?” diye sormuş ve yine hayır cevabını almıştır (Züheyr b. Harb, 1403, s. 25; Dârimî, “Mukaddime”, 42; Hatîb elBağdâdî, 1429, s. 41; İbn Abdilber, 1414, s. I/285). Onun kitâbetle ilgili çekincelerini ortaya koyan diğer bir rivâyette; ‘Abîde vefatına yakın bir dönemde kitaplarını istemiş ve ehil olmayanların eline geçer endişesiyle yazdıklarını silmiştir (İbn Sa‘d, 1410, s. VI/153; Ahmed b. Hanbel, 1422, s. I/213; Dârimî, “Mukaddime”, 42; İbn Abdilber, 1414, s. I/286). Yazılanların imha edilmesi yönüyle kitâbet aleyhine bir durum arz eden yukarıdaki rivâyet bir taraftan da kitâbetin varlığını ortaya koymaktadır. Yazılanların imhası ârızî bir durumdur, rivâyette de zikredilen bir kaygıdan kaynaklanmaktadır. Kitâbet aslı itibariyle sakınılacak bir eylem olarak görülseydi en başından yapılmazdı. Başka bir rivâyette de İbn Sîrîn onun yanına gittiğini ve yanında etrâf olduğunu, bunlar hakkında ‘Abîde’ye soru sorduğunu nakletmiştir (İbn Ebî Şeybe, 1409, s. V/314; Ahmed b. Hanbel, 1422, s. II/78; İbn Abdilber, 1414, s. I/313).

1.3. Ebü’l-‘Âliye Rufey‘ b. Mihrân (ö. 90/709)

Konuyla ilgili bir rivâyette Ebû Halde (ö. 93/712) ona “Kitaplarından bazılarını bana ver.” demiş, Ebü’l-‘Âliye de “Bir şey yazmadım, yazsaydım sana verirdim.” demiştir. Buraya kadar bir şey yazmadığı açık bir şekilde ifade edilmiştir. Ancak rivâyetin devamında Ebü’l-‘Âliye tahiyyatü’s-salât, talâk ve hac menâsiki hakkında yazdığını söylemiştir (Ahmed b. Hanbel, 1422, s. III/441). Bu rivâyet, İbn Asâkir’in (ö. 571/1176) Târîhu medîneti Dımaşk’ınde, yine Hâlid b. Dînâr (Ebû Halde) kanalıyla rivâyet edilmiş ve bu rivâyette Ebü’l-‘Âliye’nin namaz ve cennet olmak üzere iki konu hakkında yazdığı nakledilmiştir (er-Razî, 1424, s. 20; İbn Asâkir, 1417, s. XIII/178). Rivâyetlerde hem yazmamak hem de yazmak anlamında çelişkili bir durum görülmektedir. Bir şey yazmadım, yazsaydım verirdim şeklindeki ifadelerden sonra üç mesele hakkında yazdım demek, yazılanların zaten muhatap tarafından bilindiğini ya da yazılanların daha önceden muhatabın elinde olduğu anlamını çağrıştırmaktadır. 

1.4. Câbir b. Zeyd el-Ezdî (ö. 93/711-712)

Kitâbet konusunda ona ait olan olumsuz ifadeler direkt hadis kitabetine yönelik değil, görüş ve içtihatların yazılmasına dair hususlardır. Konuyla ilgili rivâyette kendisine “Etrafındaki insanlar senden duyduklarını yazıyorlar.” haberi verildiğinde o, “Yarın vaz geçeceğim bir görüşü yazıyorlar.” şeklinde karşılık vermiştir (İbn Sa‘d, 1410, s. VII/134; İbn Abdilber, 1414, s. II/1069). Hadis bilen isimlerin etrafında kümelenen insanların yazı bilmesi, yazı yazması hadis kitâbetini mümkün kılan şartların olgunlaştığını göstermektedir. Ayrıca onun Sâlim b. Zekvân (ö. 100/718) ile mektuplaştığını bildiren bir rivâyet bulunmaktadır (eş-Şemmâhî, 1407, s. 109).

1.5. Sa‘îd b. Cübeyr (ö. 94/713)

Onun kitâbet aleyhinde olduğunu gösteren çok fazla rivâyet yoktur. İbn Sa‘d’ın Tabakât’ında, hadis yazmayı sevmediği nakledilmiştir (İbn Sa‘d, 1410, s. VI/269. Bu rivâyeti Ebû Âsım en-Nebîl, Abdullah b. Müslim b. Hürmüz’den nakletmiştir. Ebû Âsım için yapılan değerlendirmeler onun sika olduğunu ifade etmektedir. el-Mizzi, 1400, s. XIII/285 Ancak Abdullah b. Müslim için yapılan değerlendirmeler onun güçlü olmadığı, zayıf olduğu yönündedir. el-Mizzi, 1400, s. XVI/132). Ancak Sa‘îd’in kitâbetle ilgili müspet tutumunu gösteren çok sayıda rivayet vardır. Konuyla ilgili bir rivâyette o, şunları söylemiştir: “Ben İbn Abbâs'ın yanında oturup duyduklarımı bir sahîfeye dolana kadar yazıyordum. Sahîfe dolunca ayağıma giydiklerimin arkasını çevirip oraya yazıyordum.”( Dârimî, “Mukaddime”, 43; er-Râmhürmüzî, 1404, s. 371; Hatîb el-Bağdâdî, 1429, s. 131) Başka bir rivâyette yazdıklarına ek olarak avcuna yazdığını ifade etmiştir (İbn Sa‘d, 1410, s. VI/626; Hatîb el-Bağdâdî, 1429, s. 131). Diğer bir rivâyette, İbn Abbâs’ın gözleri sağlıklı iken ona sorular sorduğunu, ancak bunları yazamadığını nakletmiştir. Daha sonraları İbn Abbâs görme yetisini kaybedince sorduklarını yazdığını ifade etmiştir (İbn Sa‘d, 1410, s. VI/628). Onun İbn Ömer‘den de yazdığına dair rivâyet vardır (İbn Ebî Şeybe, 1409, s. V/314; Dârimî, “Mukaddime”, 42; er-Râmhürmüzî, 1404, s. 605; Hatîb el-Bağdâdî, 1429, s.131; İbn Abdilber, 1414, s. 1/316). Sa‘îd b. Cübeyr’in özellikle ilmi faaliyetlerine dikkat edince onda kitâbet lehine bir tavır görmek mümkündür. Örneğin kafasına takılan meseleleri yazıp saklaması, daha sonra yeri zamanı geldiğinde bunları İbn Ömer’e sorması (İbn Sa‘d, 1410, s. VI/269), yanına gidip gelen öğrencilerde kitap, kalem gibi malzemeler bulunması gibi durumlar buna örnektir (İbn Sa‘d, 1410, s. VI/267; Ahmed b. Hanbel, 1422: II/249). Konuyla ilgili diğer bir rivâyette Ahmed b. Hanbel’e, Katâde’nin Sa‘îd’den semâ‘ının olup olmadığı sorulmuştur. Ahmed hayır cevabını vermiş, ancak Katâde’nin Sa‘îd b. Cübeyr’e yazdığını nakletmiştir (Ahmed b. Hanbel, 1422, s. III/284). Sa‘îd b. Cübeyr’in sahip olduğu tefsîr yine kitâbet faaliyetinin bir ürünüdür. Onun tefsîrinin sadece sözlü olarak nakledilmediğini yazılı nüshasının da bulunduğunu rivâyetlerden anlıyoruz. Konuyla ilgili rivâyette Abdülmelik b. Mervân ondan yazdığı tefsîri istemiş, Sa‘îd b. Cübeyr de ona yazdıklarını göndermiştir. Bu tefsîrin daha sonra ‘Atâ b. Dînâr’ın (ö. 126/744) eline geçtiği de rivâyet edilmiştir (İbn Ebî Hâtim, 1371, s. VI/332; Mizzi, 1400, s. XX/68).

1.6. Sa‘îd b. el-Müseyyeb (ö. 94/713) 

Onunla ilgili olarak Yahyâ b. Sa‘îd (ö. 122/740) şunları nakletmiştir: “Bir adam gelip Sa‘îd’e bir şeyler sordu. Sa‘îd ona yazdırdı. Adam Sa‘îd’e kendi re’yini de sordu, Sa‘îd cevap verdi, adam bunu da yazdı. Daha sonra orada oturanlardan biri Sa‘îd’e hitaben, görüşlerini yazdırıyor musun? diye sordu. Sa‘îd adamdan yazdıklarını vermesini istedi ve onları yaktı.” (İbn Abdilber, 1414, s. II/1070) Aslında rivâyette her ne kadar yazılı bir sahîfenin yakılmasından bahsedilse de içerik olarak yakılmaya sebep olan unsurun re’yin kaydı olduğu açıktır. Bazı rivâyetlerde de onun kitâbetle ilgili müspet tutumu ifade edilmiştir. Hafızasından şikâyetçi olan Abdurrahman b. Harmele’ye (ö. 145/763) yazmak için izin vermiştir (İbn Ebî Şeybe, 1409, s. V/313; İbn Abdilber, 1414, s. I/320. Başka bir rivâyette buradaki isim Sa‘îd b. Müseyyeb değil, Sa‘îd b Cübeyr’dir. Râmhürmüzî, 1404, s. 376 ). Ayrıca Hasan-ı Basrî’nin kendisine yazarak soru sorduğu nakledilmiştir (Zehebî, 1419, s. I/44; İbn Hacer, t.y., s. II/44). Her ne kadar rivâyette Sa‘îd ’in yazarak cevap verdiği ifade edilmese de verilen cevabın, yazışma ile olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır. Bu düşüncemizi destekleyen unsur, yukarıda Sa‘îd’in sahîfeyi yaktığını bildiren rivâyettir. Sa‘îd kendisine soru soran birine cevabı yazdırmıştır. Başka bir rivâyette de Katâde (ö. 117/735), Sa‘îd’e Câbir’in sahîfesini arz ettiğini ve Sa‘îd’in buna tepki göstermediğini ifade etmiştir (Ahmed b. Hanbel, 1422, s. III/470).

1.7. Urve b. Zübeyr (ö. 94/713) 

Konuyla ilgili bir rivâyette o “Biz Allah’ın kitabının yanında başka kitaplar edinmezdik. Bu yüzden kitaplarımı yaktım. Ancak keşke kitaplarım yanımda olsaydı, çünkü Allah’ın kitabı varlığını sağlam bir şekilde devam ettirdi.” (İbn Asâkir, 1417, s. XL/258; Mizzî, 1400, s. XX/19) demiştir. Urve her ne kadar pişmanlık gösterse de döneme ait kitâbetle ilgili bir tutumu dile getirmiş, “Biz Allah’ın kitabının dışında kitap edinmezdik.” demiştir. Diğer bir rivâyette de Urve’nin oğlu Hişâm (ö. 146/763) şunları söylemiştir: “Babam Harre Günü fıkıh kitaplarını yaktı. Fakat sonra pişman oldu.” O şöyle söylerdi: “Kitaplarımın olması, bana ailemin ve malımın yanımda olmasından daha sevimlidir.” (Ma‘mer b. Râşid, 1403, s. XI/425; İbn Sa‘d, 1410, s. V/137; er-Râmhürmüzî, 1404, s. 376) 1 Urve’nin konuyla ilgili müspet rivâyetleri de bulunmaktadır. Bu rivâyetlerin birinde Hz. Âişe (58/678) ona hitaben: “Duyduğuma göre sen benden hadis yazıyor, sonra onu dönüp tekrar yazıyormuşsun…”(Hatîb el-Bağdâdî, t.y., s. 205) Onun yazmak konusunda öğrencilerine karşı teşvik edici bir üslup takındığını görmekteyiz. Konuyla ilgili bir rivâyette talebesi ve oğlu Hişâm şunları söylemiştir: “Babam yazdın mı? diye bana sordu. Evet, yazdım dedim. Yazdığını arz ettin mi? diye sordu, hayır dedim. O zaman yazmış olmadın dedi.” (er-Râmhürmüzî, 1404, s. 544; Hatîb el-Bağdâdî, t.y., s. 237) Bir kısım rivâyetlerde de sorulan sorulara hadis yazarak cevap verdiği görülmektedir. Konuyla ilgili rivâyetlerin birinde bazı şeyler soran Abdülmelik b. Mervân’a (ö. 86/705) cevap yazmıştır (Ahmed b. Hanbel, XLII/510). Diğer bir rivâyette İbn Şihâb ez-Zührî (ö. 124/742), Urve’nin yanına gittiğinde onu yazarken gördüğünü dile getirmiştir (İbn Sa‘d, 1410, s.VIII/9). Urve’nin rivâyetlerinin, oğlu Hişâm’ın yanında, bir defter içerisinde olduğu da kaynaklarda geçmektedir. ‘Abbâd b. Hamza’nın (ö. ?), Hişâm’dan bu rivâyetleri istemesi üzerine o, bir defter çıkararak ‘Abbâd’a vermiş, bunlar babamın hadisleridir demiştir (el-Fesevî, 1401, s. II/822). Urve’nin megazi konusunda ilk musannif olduğu kaynaklarda ifade edilmiştir (Zehebî, 1413, s. VI/424; İbn Kesîr, 1407, s. IX/101). İbnü’n-Nedîm el-Fihrist’inde Urve’nin Megazi’sinden bahsetmiştir (İbnü’n-Nedîm, 1417, s. 139). A‘zamî, Urve’nin megazi ile ilgili rivâyetlerini bir araya toplayarak müstakil bir eser şeklinde neşretmiştir (A‘zamî, 1981).

1.8. İbrâhîm b. Yezîd b. Esved en-Neha‘î (ö. 96/714)

Rivâyetler onun yazmayı çirkin gördüğünü açıkça ifade etmiş (Dârimî, “Mukaddime”, 42), “Kesinlikle bir şey yazmadım.” demiştir (İbn Sa‘d, 1410, s. VI/279; Dârimî, “Mukaddime”, 42). İbn Sa‘d’ın Tabakât’ında geçen bu net ifade Dârimî’nin Sünen’inde hadis yazmayı caiz görmeyenler başlığı altında zikredilmiştir (Dârimî, “Mukaddime”, 42). İbrâhîm etrafında yazan insanları da uyarmıştır. Talebesi Hammâd’ı (ö. 120/738) yazarken görmüş ve ona “Seni bundan alıkoymadım mı?” diye hesap sormuştur. Hammâd “Bunlar sadece etraftır.” (Dârimî, “Mukaddime”, 42) şeklinde karşılık vermiştir. 2 İbrâhîm’in kitâbet karşısındaki olumsuz tavrının nedenleri konuyla ilgili rivâyetlerden kısmen anlaşılabilmektedir. Bu rivâyetlerin birinde Fudayl b. ‘Amr (ö. 110/729) ona şunları söylemiştir: “Sana sormak için birçok meseleyi zihnimde toparlayıp geliyorum, ancak yanına geldiğimde unutuyorum. Sen de yazmayı doğru bulmuyorsun.” Bunun üzerine İbrâhîm şunları söylemiştir: “Muhakkak ki insanın bir kitap yazıp da ona güvendiği, bel bağladığı çok nadirdir. Yine insanın ilim isteyip de Allah’ın onun tamamını verdiği çok nadirdir. Allah ona ancak yeteceği kadarını verir.” (İbn Sa‘d, 1410, s. VI/279; İbn Abdilber, 1414, s. I/292) Bu ifâdelerden, yazılanlara güvenmek anlamında bir sıkıntı olduğu anlaşılmaktadır. Başka bir rivâyette onunla ilgili olarak şu ifadeler yer alır: “İbrâhîm hadislerin defterlere ya da kitaplara yazılmasını sevmezdi, o bunların mushafa benzediğini söylerdi.” (Ahmed b. Hanbel, 1422, s. I/217; Dârimî, “Mukaddime”, 42; İbn Abdilber, 1414, s. I/287) Yazmanın ezbere engel yönüne vurgu yapan bir rivâyette de o, “Yazmayın ona güvenirsiniz.” demiştir (İbn Abdilber, 1414, s. I/291). Onunla ilgili dikkat edilmesi gereken diğer bir husus, bilerek ve isteyerek yazıdan uzak durmasıdır. Dârimî’de geçen bir rivâyete göre “İbrâhîm’e, Sâlim b. Ebî Ca‘d’ın (ö. 97-98/716-717) rivâyetleri neden senin rivâyetlerinden daha tamdır?” diye sorulmuş o da “Sâlim hadisleri yazardı.” şeklinde karşılık vermiştir (Dârimî, “Mukaddime”, 42; er-Râmhürmüzî, 1404, s. 374). Farklı kaynaklarda bu ifade “Sâlim yazardı ben yazmazdım.” şeklinde de nakledilmiştir (Hatîb el-Bağdâdî, 1429, s. 139; İbn Abdilber, 1414, s. I/297). Kitâbet aleyhindeki bu katı tutumun yanında onun hadis yazdığını ifade eden rivâyet de vardır. Nesâî’nin Sünen’inde geçen bir rivâyette Katâde, sütkardeşliği ile ilgili bir meseleyi sormak için İbrâhîm’e yazmış, İbrâhîm’in de kendisine yazarak cevap vermiştir. İbrâhîm bu cevapta hem sahâbe görüşlerini hem de Hz. Âişe’den rivâyetle bir hadis yazmıştır (Nesâî, “Nikâh”, 51; Ebû Ya‘lâ, 1989, s. VIII/163; er-Râmhürmüzî, 1404, s. 441).

1.9. Mücâhid b. Cebr (ö. 103/721)

İlmin defterlere, yazılmasını hoş karşılamayan isimlerden biri de Mücâhid b. Cebr’dir (Dârimî, “Mukaddime”, 42). İbn Ebî Şeybe’nin Musannef’inde, hadislerin sayfalara yazılması başlığında, onun “kerârîsi” sevmediği, (yani hadisleri kerârîs üzerine yazmayı) hoş karşılamadığı rivâyet edilmiştir (İbn Ebî Şeybe, 1409, s. V/302; Ahmed b. Hanbel, 1422, s. I/217). Mücâhid’in hadis kitâbeti lehinde değerlendirilen rivâyetleri de vardır. Konuyla ilgili rivâyetlerin birinde o levhalarla İbn Abbâs’ın yanına gitmiş ve sorular sorarak neredeyse tüm tefsîri kaydetmiştir (Taberî, 1420, s. I/90). Ebû Yahyâ el-Kattât’ın (ö. ?) bildirdiğine göre Mücâhid, kitaplarını göstermek için onu odasına kadar götürmüş, Ebû Yahyâ da o kitaplardan yazmıştır (Hatîb el-Bağdâdî, 1429, s. 135. Eserin muhakkiği bu rivayet için zayıf demiştir.). Meyyâh b. Seri‘in (ö. ?) Mücâhid’den yazılı bir nüsha ile rivâyette bulunduğu ve bu nüshada hatalar bulunduğu nakledilmiştir (İbn Hibbân, 1396, s. III/13). Şu‘be’nin bildirdiğine göre Hakem b. Uteybe’nin (ö. 113/731) Mücâhid’den rivâyetleri kitaptandır (Buharî, t.y., s. II/333). Rivâyetlerde ondan tefsîrle ilgili rivâyette bulunan çok sayıda isim vardır (İbn Hibbân, 1393, s. VII/331; İbn Hibbân, 1411, s. 231). Bir kısım rivâyetlerde de yanında tefsîr yazan talebelerin varlığı ifade edilmiştir (Dârimî, “Mukaddime”, 43; Hatîb el-Bağdâdî, 1429, s. 135). Ayrıca Mücâhid’in yanında Câbir’e ait bir sahîfe bulunduğu nakledilmiştir (İbn Sa‘d, 1410, s. VI/20). 

1.10. Şa‘bî (ö. 104/722)

İbn Şübrüme (ö. 144/761) Şa‘bî’den rivâyetle şunları aktarmıştır: “Siyahı beyazın üzerine yazmadım ve hadis işittiğim birinden o hadisin tekrarını istemedim.” (Züheyr b. Harb, 1403, s. 12; İbn Sa‘d, 1410, s. VI/259; Dârimî, “Mukaddime”, 42) Bu rivâyet, kaynak olarak gösterdiğimiz eserlerin büyük kısmında yazmayı kerih görenler başlığı altında zikredilmiştir. Bunun yanında kimi eserlerde, hafıza gücüyle ön plana çıkanlar başlığında, Şa‘bî’ye nispetle kullanılmıştır (Hatîb elBağdâdî, 1403, s. II/253). Şa‘bî’nin yazı ile ilgili; “Duvarın üzerine olsa dahi benden duyduklarınızı yazın.” (İbn Sa‘d, 1410, s. VI/262; Züheyr b. Harb, 1403, s. 34) şeklinde, teşvik edici ifadeleri de vardır. Ayrıca “Yazı, ilmin kaydıdır.” (Hatîb el-Bağdâdî, 1429, s. 127) tespiti de yine onun bu konudaki yaklaşımını belirtmektedir. Başka bir rivâyette de “Yazdıkların dışında, ilim olarak ne varsa hepsini bırak! İlmin sahîfede olması senin için daha hayırlıdır. Çünkü bir gün ona ihtiyaç duyabilirsin.” (Hatîb el-Bağdâdî, 1429, s. 128) demiştir. Şa‘bî’nin yazıyla ilgili müspet anlamdaki tutumunun bir sonucu olarak, ondan geriye kalan bazı kitapların varlığı da rivâyetlerde anlatılmıştır. Bu kitaplar nedeniyle bazı âlimler onu, hadisleri konularına göre taksim eden ilk müellifler arasında zikretmiştir (A‘zamî, 1409, s. 338). Farklı rivâyetlerde izine rastlanılan bu kitaplar cerahât (Hatîb el-Bağdâdî, 1422, s. XIV/143), ferâiz (Ahmed b. Hanbel, 1422, s. II/296; İbn Ebî Hâtim, 1371, s. VIII/41), fıkıh (Ahmed b. Hanbel, 1422, s. III/232; Dârimî, “Mukaddime”, 53), megazî (Hatîb el-Bağdâdî, 1422, s. XIV/143; Zehebî, 1413, s. III/70), sadaka (Ahmed b. Hanbel, 1422, s. II/296) ve talâk (er-Râmhürmüzî, 1404, s. 609; Hatîb el-Bağdâdî, 1422, s. II/285) konularıyla ilgilidir. Onun yazıya yönelik bu tavrı, talebeleriyle yürüttüğü ilmi faaliyetlerde de kendisini göstermektedir. Konuyla ilgili bir rivâyette, öğrencisine sadaka ve ferâizle ilgili üç tomar yazdırdığı nakledilmiştir (Ahmed b. Hanbel, 1422, s. II/296). 

1.11. Dahhâk b. Müzâhim el-Hilâlî (ö. 105/723)

Dahhâk, üzerine hadis yazılan nesneyle ilgili olarak “Hadisleri, mushafın üzerine yazıldığı malzemelere benzeyen defterlere (ريسِ اكارا ( yazmayınız.” demiştir (İbn Ebî Şeybe, 1409, s. V/302; Ahmed b. Hanbel, 1422, s. I/217). Bunun yanında İbnü’n-Nedîm el-Fihrist’inde ona ait bir tefsîrden bahsetmiştir (İbnü’n-Nedîm, 1417, s. 36). Başka bir rivâyette de tefsîri sûre sûre yaptığı nakledilmiştir (İbn Ebî Hâtim, 1371, s. III/319). Ancak rivâyetlerde tefsîri kendisinin yazdığına dair bir anlatım geçmemektedir, tefsîri ondan nakleden bir öğrencisidir. Hüseyin b. Ukayl (ö. ?) Dahhâk’ın kendisine hac menasikini yazdırdığını ifade etmiştir (Ahmed b. Hanbel, 1422, s. I/217).

1.12. Kâsım b. Muhammed b. Ebî Bekir (ö. 106/725 )

O, hadis kitâbetini hoş karşılamadığını açık bir şekilde ifade etmiştir (Hatîb el-Bağdâdî, 1429, s. 43. Eserin muhakkiği bu rivayet için “zayıf” değerlendirmesinde bulunmuştur). Onun öğrencilerinden Abdullah b. el-‘Alâî (ö. 164/781) konuyla ilgili olarak şunları nakletmiştir: “Kâsım’dan bana hadis yazdırmasını istedim. Bana şunları söyledi: “Ömer b. Hattâb zamanında hadisler çoğaldı. Ömer insanlardan yanlarında olanı kendisine getirmelerini istedi ve onları yaktı.” Sonra yazılanları ehl-i kitabın Mişna’sına benzetti.” Abdullah rivâyetin devamında, o gün Kâsım’ın kendisini yazmaktan menettiğini rivâyet etmiştir (İbn Sa‘d, 1410, s. V/143; Zehebî, 1413, s. VII/221; Mizzî, 1400, s. VII/379). Başka bir rivâyette de Mâlik b. Enes (ö. 179/795) vefatından sonra arkasından kitap bırakmayan isimleri sıralamıştır. Bu isimler arasında Kâsım b. Muhammed’in de ismi geçmektedir (Ebû Zür‘a, 1400, s. 517). İbn ‘Avn (ö. 151/768), yazmayanların isimlerini zikrettiği rivâyette Kâsım’ın da ismini zikretmiştir (Hatîb el-Bağdâdî, 1429, s. 42). Kitâbetle ilgili müspet tavır sergilediğini ifade eden bir rivâyette, Talha b. Abdülmelik (ö. ?), Kâsım’ın yanına gelerek bazı şeyler sormuş ve sonra da bunları yazmak için ondan izin istemiştir. Kâsım bu isteğe olumlu cevap vermiştir. Rivâyetin devamında oğluna, söylemediği bir şeyin yazılmaması için yazılanları kontrol etmesini söylemiştir (er-Râmhürmüzî, 1404, s. 539). Bu durum, yazıya kontrollü bir şekilde izin verdiğini göstermektedir. Bazı rivâyetlerde Ömer b. Abdülazîz’in, onun rivâyetlerini yazmak için emir gönderdiği nakledilmiştir (İbn Ebî Hâtim, 1371, s. IX/337; Mizzî, 1400, s. XXXIII/140). Rivâyetlerde bu emrin gerçekleştiği, ondan hadislerin yazıldığı ve sonrasında yazılanların kaybolduğu ifade edilmiştir (İbn Asâkir, 1417, s. LXVI/ 45; Mizzî, 1400, s. XXXIII/140). 

1.13. Tâvûs b. Keysân (ö. 106/725) 

Tâvûs b. Keysân’ın, kitaplarını yakması için oğluna emir verdiği kaynaklarda geçmektedir (Hatîb el-Bağdâdî, 1429, s. 66). Yazılanların imhası yönüyle kitâbet aleyhinde değerlendirilen bu rivâyet aynı zamanda kitâbetin varlığını da ortaya koymaktadır. Konuyla ilgili rivâyette bahsi geçen Tâvûs’un oğlu, babasının yanında sadakalara ve diyetlere dair kitaplar olduğunu, buradaki bilgilerin Hz. Peygamber’e ait olduğunu söylemiştir (Abdürrezzâk, 1403, s. IX/279; Dârekutnî, 1424, s. IV/84). Tâvûs’un öğrencilerinden Leys b. Ebî Selîm’in (ö. 148/766) yanında büyük çaplı bir yazılı malzemenin olduğu ve Tâvûs’un ona yazdırdığı nakledilmiştir (Ahmed b. Hanbel, 1422, s. I/260). Ayrıca yine öğrencileri ile diyaloğunu anlatan bir rivâyet, Tâvûs’un öğrencilerine yazdırdığını belirtmiştir (İbn Ma‘în, 1979, s. III/144).

1.14. Muhammed b. Sîrîn (ö. 110/729) 

Kitâbetle ilgili olumsuz görüşlere sahip olan diğer bir isim İbn Sîrîn’dir. İbn ‘Avn kitâbetle ilgili olumsuz düşüncesini ifade ederken İbn Sîrîn’i de örnek göstererek “O asla hadis yazmadı.” Demiştir (Dârimî, “Mukaddime”, 42; er-Râmhürmüzî, 1404, s. 381). Yine Dârimî’de geçen bir rivâyete göre Hasan-ı Basrî (ö. 110/728) hadisleri yazmasına ve yazdırmasına rağmen, İbn Sîrîn ne yazmış ne de yazdırmıştır (Dârimî, “Mukaddime”, 42). İbn ‘Avn’ın, yazmayanların ismini zikrettiği rivâyette, İbn Sîrîn’in de adı zikredilmiştir (Hatîb el-Bağdâdî, 1429, s. 43). Onun, çevresinde yazan insanları uyardığı rivâyetlerde yer almaktadır. Tükürüğüyle terliğine yazı yazdığını gören birine, terliğini yalamak hoşuna mı gidiyor diye tepki göstermiş, adam da terliği elinden bırakmıştır (İbn Sa‘d, 1410, s. VII/145). Konuyla ilgili diğer bir rivâyette, ‘Âsım el-Ahvel (ö. 141-142/ 758-759) şunları nakletmiştir: İbn Sîrîn’in yanında kalması için bir kitabı ona götürdüm. Ancak o buna müsaade etmedi, yanımda kalmasın dedi (Ahmed b. Hanbel, 1422, s. II/110). Başka bir rivâyete de İbn ‘Avn şunları söylemiştir: “İbn Sîrîn konuştuklarının yazıldığını fark ettiğinde konuşmasını azaltırdı.” (İbn Sa‘d, 1410, s. VII/147) İbn Sîrîn’in yazı kaşısındaki menfi tutumunun izlerini ondan etkilenen öğrencilerinde de görmek mümkündür (Topgül- Maden, 2021, 58). İbni Sîrîn’in kitâbeti ve kitapları sakıncalı görmesindeki neden, bir kısım rivâyetlerde belirtilmiştir. Konuyla ilgili bir rivâyette o, şunları söylemiştir: “Sizleri kitaplar hususunda uyarıyorum sizden öncekileri saptıran şey onların edindikleri kitaplardır.” (İbn Sa‘d, 1410, s. VII/145; İbn Abdilber, 1414, s. I/277) Bu rivâyetin ravisi ve İbn Sîrîn’in torunlarından biri olan Bekkâr b. Muhammed (Bekkâr hakkında ayrıntılı bilgi için bk. İbn Sa‘d, 1410, s. VII/217; İbn Hacer, 1390, s. II/44.) bu rivâyeti zikrettikten sonra şunları ifade etmiştir: “Ne babam, ne dedem, ne de İbn ‘Avn bir hadisin bütününün yazıldığı bir kitap edinmedi.” (İbn Sa‘d, 1410, s. VII/145) Rivâyetlerin bütünü göz önüne alındığında, İbn Sîrîn’in kitâbet karşısındaki olumsuz ve tavizsiz durumu dikkatlerden kaçmamaktadır. Ancak birtakım rivâyetlerde bu katı tutumun biraz esnediği görülmektedir. İbn ‘Avn’ın bildirdiğine göre İbn Sîrîn eğer kitap edinseydim Resûlullah’ın mektuplarını kitap edinirdim demiştir (Dârimî, “Mukaddime”, 42). Yahyâ b. Atîk’ten yapılan bir rivâyette de onun yazmak konusunda olumsuz bir görüşe sahip olmadığı, ancak ezberledikten sonra yazılı nüshayı sildirdiği nakledilmiştir (İbn Sa‘d, 1410, s. VII/145). Buna benzer bir uygulama Hişâm b. Hassân’ın (ö. 147/765) rivâyetinde de mevcuttur. O, İbn Sîrîn’den sadece bir tane hadis yazdığını, onu da ezberledikten sonra sildiğini rivâyet etmiştir (er-Râmhürmüzî, 1404, s. 383). ‘Abîde’nin yanına etrafla gittiği ve ‘Abîde’ye bunlar hakkında sorduğu nakledilmiştir (Ahmed b. Hanbel, 1422, s. II/1609). Başka bir rivâyette Ali b. el-Medînî (ö. 234/848), İbn Sîrîn'in çocuklarından birinin, İbn Sîrîn'in Ebû Hureyre'den rivâyetlerini yazan bir kitapla çıkıp geldiğini ifade etmiştir (el-Fesevî, 1401, s. II/54; İbn Asâkir, 1417, s. 53/188). Konuyla ilgili diğer bir rivâyette İbn ‘Avn şunları nakletmiştir: “Bir kitap bulan, okuyan ve ona bakan kişi hakkında ne dersin diye İbn Sîrîn’e sordum. O da bir sıkıntı yok yeter ki güvenilir bir kişiden işitmiş olsun dedi.” (Hatîb el-Bağdâdî, t.y., s. 352) İbn ‘Avn kendisinin de bir kısım kitapları İbn Sîrîn’e okuduğunu nakletmiştir (İbn Vehb, 1416, s. 586). İbn Sîrîn’in yazı ile ilgili tutumuna farklı bir yaklaşım getiren bir rivâyeti, İbn ‘Avn şu şekilde ifade etmiştir: “İbn Sîrîn hadisleri yere yazmayı çirkin görürdü.” (Züheyr b. Harb, 1403, s. 23)

2. Hadîs Kitâbetini Sakıncalı Görmenin Nedenleri

Buraya kadar sıraladığımız rivâyetler 14 ismin kitâbet aleyhinde tutum ve ifadelerinin olduğunu göstermektedir. Bu tablo kitâbet karşıtı duruşun sahâbe dönemini aşarak sonrasında da varlığını devam ettirdiğini göstermektedir (Ağırman, 2001, 161; Akgün, 2018, 59). Ancak ele alınan rivâyetlerden bir kısmı yer aldıkları kaynaklarda hadis kitabetinin sakıncalı görüldüğü başlıklar altında sıralansa da içerikleri itibariyle doğrudan hadis kaydına engel anlamlar taşımamaktadırlar. Burada ismi anılan on dört kişiden on üçünün aynı zamanda hadis kitâbeti ile ilgili müspet uygulama ve söylemlere sahip olması bu düşüncemizi desteklemektedir. Yasaklığa neden olan hususları tahlil etmek hadis kitabetine yönelik algıyı ortaya koymakla beraber hadis yazmak hem de yazmanın karşısında olmak şeklinde ortay çıkan birbirine muhalif durumu anlamlandırmaya yardımcı olacaktır

2.1. Sahâbe Uygulamalarının Etkisi 

Hadislere karşı tutum noktasında tâbiûnun uygulamalarında sahâbenin çok net bir etkisi vardır. Bu durum sahâbenin Kur’ân ve hadis bilgisinin boyutları oranında artarak muhatapları olan tâbiûnu etkisi altına almış ve onlarda derin izler bırakmıştır. Bu etkileşimi şüphesiz hadis kitâbeti meselesinde de görmek mümkündür (Akgün, 2018, 58). Sahâbeden Abdullah İbn Mes‘ûd’un kitâbete muhalefette katı bir tutuma sahip olduğu görülmektedir (İbn Ebî Şeybe, 1409, s. V/314; Dârimî, “Mukaddime”, 42; Hatîb el-Bağdâdî, 1429, s. 31,32). O, neredeyse adanmış bir ruh hali içerisine girmiş, kitapları imha etmek için uzak beldelere gideceğini söylemiştir (İbn Ebî Şeybe, 1409, s. V/315; Dârimî, “Mukaddime”, 42; İbn Abdilber, 1414, s. I/278). Tâbiûn tabakasında ise onun tavrını ‘Abîde’de görmek mümkündür. Daha önce belirttiğimiz üzere o, kendinden bir şey yazılmasını istememiştir. Hatta vefatına yakın dönemde, edindiği kitapları imha etmiştir. ‘Abîde’nin hayatı incelendiğinde; onun İbn Mes‘ûd’un ashabından olduğu, ondan rivâyette bulunduğu ve dolayısıyla ondan etkilenmiş olabileceği anlaşılmaktadır (Mizzî, 1400, s. IXX/267). Kanaatimizce ‘Abîde’nin “Benden bir şeyler yazarak bakileştirmeyin! ” (İbn Sa‘d, 1410, s. VI/153; Ahmed b. Hanbel, 1422, s. I/214; Dârimî, “Mukaddime”, 42) ifadesi Abdullah İbn Mes‘ûd’un “İnsanlar benim sözlerimi dinliyorlar, ayrıldıktan sonra onları yazıyorlar. Bana göre insanın Kur’ân'dan başka bir şey yazması doğru olmaz.” (Dârimî, “Mukaddime”, 42) ifadesinin mücmel hâlidir. Buradaki etkileşimin izi sadece Âbide’de kalmayıp, ondan da öğrencileri İbrâhîm enNeha‘î, Şa‘bî, İbn Sîrîn gibi hadiste devrinin en önemli âlimlerine geçmiştir. (Bu isimlerin Abide’nin öğrencileri olduğunu görmek için bk. Mizzî, 1400: IXX/266) Nitekim rivâyetlerde İbrâhîm en-Neha‘î (İbn Sa‘d, 1410, s. VI/153; Ahmed b. Hanbel, 1422, s. I/214; Dârimî, “Mukaddime”, 42) ve İbn Sîrîn (Züheyr b. Harb, 1403, s. 25; Dârimî, “Mukaddime”, 42; Hatîb elBağdâdî, 1429, s. 41; İbn Abdilber, 1414, s. I/284) yazmak için Âbide‘den izin istemiş, ancak Âbide izin vermemiştir. Bu isimlerin Kûfe ekolünün önemli temsilcileri olduğunun da altını çizmek istiyoruz (Kılıçer, 1994, s. X/520-524). Buna benzer bir etkileşimi Kâsım b. Muhammed’de de görmekteyiz. O öğrencilerinin yazma talebini geri çevirirken Hz. Ömer’e ait uygulamaları referans göstermiş ve hadisleri yazmanın doğru olmadığını vurgulamıştır (İbn Sa‘d, 1410, s. V/143; Zehebî, 1413, s. VII/221; Mizzî, 1400, s. VII/379).

2.2. Kerârîs Oluşturmamak Düşüncesi

Kerâris, üzerine yazı yazılan malzemeler için kullanılan bir isimlendirmedir. Üst üste konulan, biriken sayfalar anlamına gelmektedir (es-Sûlî, 1341, s. 107). Bükülüp kavisli duran yazı malzemelerine karşılık, düz duran ve kullanımı daha pratik olan bu nesneler, eski tarihlerden beri Romalılar ve Çinliler tarafından kullanılmıştır. Araştırmalara göre Mısır’da bulunan bu tür malzemelerin varlığı, milâdî üçüncü ve dördüncü yüzyıllara dayanmaktadır (Svend Dahl, 1405, s. 22-24; Saîd Muhammed Hâlid, 2015, s. 36-37; es-Sâmerrâî, 1422, s. 187). Bu teknikle meydana getirilen yazı malzemeleri hadis kitâbeti açısından önemli ayrıntılar içermektedir. Kaybolma ihtimali daha düşük, dağılmaya dirençli olan kerârîsler pratik bir kullanıma sahiplerdi. Bundan dolayı rivâyetlerde mushafın kerârîsler üzerine yazıldığı vurgulanmıştır. Ancak bu rivâyetler, Kur’ân’ın yazıldığı bu tür malzemelere hadislerin yazılmasını hoş karşılamayan ifadelerle sonlanmaktadır. Bunun nedenlerini izah eden ipuçlarını rivâyetler üzerinde görmek mümkündür. İbrâhîm en-Neha‘î ’ye ait rivâyette hadislerin kerârîse yazılmakla mushafa benzediği nakledilmiştir (Dârimî, “Mukaddime”, 42). Dahhâk’tan (ö. 105/723) gelen rivâyette de böyle bir benzerliğe dikkat çekilmiştir (İbn Ebî Şeybe, 1409, s. V/302; Ahmed b. Hanbel, 1422, s. I/217). Mücâhid’e ait rivâyette ise neden belirtmeksizin sadece hoş karşılanmadığı ifade edilmiştir (İbn Ebî Şeybe, 1409, s. V/302; Ahmed b. Hanbel, 1422, s. I/217). Bahsi geçen rivâyetler dikkatli bir şekilde incelendiğinde, diğerlerinden farklı olarak, kitâbet karşıtlığını göz önüne seren bir anlatım değil, üzerine yazılan malzemeye itiraz eden bir anlatım göze çarpmaktadır. Rivâyetlerde geçen “Mushafın kerârîs üzerine yazıldığı gibi…” (İbn Ebî Şeybe, 1409, s. V/302; Ahmed b. Hanbel, 1422, s. I/217) ifadesi, dönem itibariyle Kur’ân’ın bu tür malzemeler üzerine yazıldığını göstermektedir. Hatta İbn Ebî Dâvûd (ö. 316/929), Kitâbü’lmesâhif isimli eserinde, mushafın kerârîse yazıldığına dair bir başlık açarak konuyla ilgili Dahhâk rivâyetini zikretmiş, hemen altında yeni bir başlık açarak hadislerin kerârîse yazılmasını yasaklayan rivâyetleri sıralamıştır (İbn Ebî Dâvûd, 1423, s. 504). Hadislerin kerârîse yazılmaması, hadis yazılan malzemelerin elimize ulaşmamasının nedeni olarak da düşünülebilir. Üzerine Kur’ân’ın yazıldığı malzemeler bir şekilde varlığını devam ettirip asırları aştığı halde, hadis yazılı malzemelerin varlığını devam ettirmemesinin bir nedeni de; mushafların kerârîsler üzerine yazılması, hadislerin ise bu malzemeler üzerine yazılmamasıdır. Buradaki yasak doğrudan hadis kitâbetini engelleyen bir tarzda olmamış, ancak yazılanların kaybolmasına, dağılmasına, elde tutulamamasına neden olmuştur diyebiliriz.

2.3. Yazıdan Kaynaklanan Endişeler

Kitâbetle sağlanacak bilgi intikallerinde, yazının gelişmişlik düzeyi aktarımın kalitesiyle doğrudan ilgilidir. Hicri birinci yüzyılın sınırları içerisinde yazı, henüz gelişimini tamamlayıp kemal noktasına ulaşmamıştır. “Arap yazısında birbirine şekil olarak benzeyen çok sayıda harf bulunması, bunların tarih boyunca çok farklı nokta ve işaret sistemleriyle ayırt edilmiş olması, seslerin yazıda kullanılmayan harekelerle verilmesi gibi özelliklerinden dolayı hem yazarken hem de okurken hata yapma ihtimali çok fazlaydı.”(Polat, 2020, s. 91) Kullanım olarak çok yaygın olmayan yazıyı o günkü toplumda sınırlı sayıda insan bilmekteydi (Belâzürî, 1988, s. 452-455; Aydınlı, 2010, s. 308). Bu durumda hadisleri sadece yazarak öğrenmek ve aktarmak çeşitli sıkıntılara sebep olabilirdi (Ağırman, 2001, 157; Yücel, 2011, 42). Hadis konusunda yeterli bilgi ve tecrübeye sahip şahsiyetlerin yaşadığı dönemlerde bu anlamdaki sıkıntı kendini çok hissettirmemiştir. Ancak sahâbe neslinin vefatıyla beraber ve onlardan uzaklaştıkça bu sıkıntı kendisini daha fazla hissettirmeye başlamıştır. Bu nedenle, özellikle yazılı hadis malzemelerinin arttığı dönemlerde, bu malzemelere tek başına güvenilmediğini, sık sık yazılanları kontrol anlamında bir yönteme başvurulduğunu görmekteyiz. Örneğin Urve b. Zübeyr, hadis yazan oğlu Hişâm’a “Yazdıklarını arzettin mi?” diye sormuş ve hayır cevabını alınca da “Yazmış olmadın.” demiştir (İbn Ebî Şeybe, 1409, s. V/337; İbn Abdilber, 1414, s. I/337). Nâfi‘e (ö. 117/735) kendisinden yazıldığı haber verilince “Bana getirsinler hatalarını düzelteyim.” Demiştir (Hatîb elBağdâdî, 1403, s. II/134). Süleymân b. Mûsâ (ö. 119/737), “Kur’ân’ı mushafîden (mushaftan Kur’ân öğrenen kişiden), hadisi de sahafîden (sahîfeden öğrenen ve rivâyette bulunan kişiden) almayın.” demiştir (İbn Ebî Hâtim, 1371, s. II/31; er-Râmhürmüzî, 1404, s. 211). Yahyâ b. Ebî Kesîr (ö. 129/747) yazdıktan sonra arz etmeyen kişiyi, tuvaletten temizlenmeden çıkan kişiye benzetmiştir (İbn Abdilber, 1414, s. I/337 ). Aynı anlama gelen rivâyetleri Evzaî (ö. 157/774) ve Ma‘mer’den (ö. 153/770) de duymaktayız (İbn Abdilber, 1414, s. I/337 ). Haccâc b. Ertât (ö. 149/766) “Kitaptan rivâyet edenlerden sakının çünkü onların ‘Amr’ı Ömer yapma tehlikesi sürekli mevcuttur.” Demiştir (Ahmed b. Hanbel, 1422, s. I/428 ). Ma‘mer “Bir kitap yüz defa arz edilse de hatalardan hali olamaz” demiştir (İbn Abdilber, 1414, s. I/338). Dikkat edilirse buradaki rivâyetlerin bütünü, yazının güven vermeyen durumundan ve yazanların hatalı yazma ihtimalinden yana bir endişe içermektedir. Burada örnek verdiğimiz isimlerin vefat tarihleri genellikle hicri ikinci yüz yılın ilk yarısıdır. Yoğunlukla tabiûnun küçüklerinin yaşadığı bir zaman diliminde yazılanlar tek başına güven vermiyor ve kontrol amaçlı sunumlarla destekleniyorsa, bu durum elbette incelediğimiz alan için de geçerlidir. Yazının keyfiyeti ile ilgili bahsi geçen durum hicri birinci yüzyılın sonlarında, hadis kitâbeti açısından kendisini bir çekince olarak göstermiştir. ‘Abîde’nin vefatına yakın dönemlerde ehil olmayanların eline geçer endişesiyle kitaplarını isteyip yazdıklarını silmesi böyle bir çekinceyi düşündürmektedir (İbn Sa‘d, 1410, s. VI/153; Ahmed b. Hanbel, 1422, s. I/215; Dârimî, “Mukaddime”, 42; İbn Abdilber, 1414, s. I/292). Konuyla ilgili diğer bir rivâyette İbrahim enNeha‘î kendisine yazıdan bahseden Fudayl b. ‘Amr’a (ö. 110/729) Muhakkak ki insanın bir kitap yazıp da ona güvendiği, bel bağladığı çok nadirdir.” (İbn Sa‘d, 1410, s. VI/279; İbn Abdilber, 1414, s. I/292) demiştir. Bu rivâyette Neha‘î’nin yazılan şeye güvenilmeyeceği şeklinde açık ve net bir ifadesi vardır. Yazının gelişiminin Hz. Peygamber’den başlayarak giderek yükselen bir seyir izlemesiyle burada bahsi geçen endişeler bir çelişki gibi görünmektedir. Üstelik yazının ikmali anlamında hareke ve noktalama faaliyetinin icra edilmesine rağmen, güven vermeyen durum bir açıklama gerektirmektedir. (Noktalama ve harekeleme konusuda ayrıntılı bilgi için bk. Süyûtî, 1394, s. IV/184; Sâlih, 1418, s. 90-94; Kayhan, 2007, s. 101-136)Bununla ilgili olarak şunları ifade edebiliriz: Öncelikle yazı ile ilgili gelişim her ne kadar yükselen bir seyir arz etse de bu gelişim tedricidir. Bu durum yazı aleyhinde bir sonuç olarak kendisini zaman zaman hissettirmiştir. Ayrıca Kûfe özelinde sıkıntılı bir durum söz konusudur. Yukarıda değinilen, yazıyla ilgili güvensizlik anlamı doğuran rivâyetler ‘Abîde, İbrâhîm en-Neha‘î gibi Kûfe’li isimlerden gelmektedir. Bu bölgede yaşayan isimlerin diğer bölgelerden farklı olarak, yazıyla ilgili geliştirdikleri tutum ve uygulamalar, yazı ile ilgili olumsuz düşüncelere sebep olmuştur. Mesela yazının ikmali anlamındaki noktalama ve harekelemenin Kûfe ehlince reddedildiğine dair rivâyetler mevcuttur. Konuyla ilgili bir rivâyette Abdullah b. Mes‘ûd “Kur’ân’ı fazlalıklardan arındırın, onda olmayan bir şeyi ona eklemeyin.” demiştir (Abdürrezzâk, 1403, s. IV/322; İbn Ebî Şeybe, 1409, s. II/239). Aynı anlama gelen rivâyetleri İbrâhîm en-Neha‘î’den de duymak mümkündür (İbn Ebî Şeybe, 1409, s. VI/150). Kûfe’yi karakterize eden ilmi faaliyetlerin kaynağı olan bu şahsiyetlere ait rivâyetler, yazının ikmali anlamında önemli bir eşik olan noktalama ve harekelemeye engel olmuş, yazıya güvenin gecikmesine sebebiyet vermiştir.3 Bilindiği gibi Kûfe sahip olduğu demografik ve kültürel farklılıklar ile temayüz etmiş bir şehirdir (Kahraman, 2006, s. 89). Hz. Ömer döneminde kurulan bu şehir, önceleri fasih Arapçayı bilen ve konuşan insanları ile tebarüz etmişken (Kılıçer, 1994, s. X/520) daha sonraları farklı kültürlere sahip milletlerin şehre katlımı ile dilin kullanımında tashif (telâffuz) ve lahn (gramer) türünden hatalar ile anılmıştır. Bunun içindir ki noktalama ve harekelemeye zemin hazırlayan unsurlar ifade edildiğinde, dilin yanlış kullanımı ile ilgili sıkıntıların öncelikle ve en çok Irak (Kûfe) kaynaklı olduğu vurgulanmıştır (Kayhan, 2007, s. 110). Noktalama ve harekeleme anlamındaki müdahalelere imkân vermeyen bir tutumun varlığını hissettirdiği ve dil ile ilgili yanlış kullanımların yoğunlukla yaşandığı bir yerde; yazıyla kayıt faaliyetinde katı bir tutum sergilemek ve yazıya izin vermemek, elbette bilginin intikalindeki kalite açısından son derece gerekli bir uygulamadır. Kûfe özelinde yapılan bu değerlendirmenin yanında noktalama ve harekeleme için önemli olan birkaç hususun ifadesi de gerekmektedir. Kur’ân’ın doğru okunabilmesi amacıyla, hicrî birinci yüz yılın ikinci yarısında kullanılmaya başlanan nokta ve harekeler, acaba ne kadar sürede yaygınlık kazanmıştır? Kur’ân metinleri dışındaki yazışmalarda kullanılmış mıdır? Konuyla ilgili yapılan araştırmalar noktalama ve harekelemenin daha çok mushafla sınırlı kaldığını, diğer yazım türlerinde bu işaretlerin kullanılmadığını belirtmektedir. Kimi kaynaklar günlük ve resmi işlerde noktalamanın kullanılmadığını belirtmiştir. Meşhur Memlüklü tarihçi ve münşi Kalkaşendî (ö. 821/1418), inşa sanatının en mükemmel ansiklopedik örneği olan Subhu’l-a‘şâ isimli eserinde noktalama ve herekeleme ile ilgili açıklamalarda bulunurken yazıda çok fazla nokta kullanılmasının cahillik olarak değerlendirildiğine dikkatleri çekmiştir (Kalkaşendî, 1332, s. II/154; el-Esed, 1408, s. 41). İlgili değerlendirmelerin tümü göz önüne alındığında şunlar ifade edilebilir: Yazının güven vermeyen seviyesi, hicrî birinci asrın sonlarında, tâbiûnun hadis kitâbetini sakıncalı görmesinin nedenlerinden biri olmuştur. 

2.4. Şahsi Görüşlerin Kaydedilmesi Endişesi

Kitâbetin hoş karşılanmadığına vurgu yapan rivâyetlerde dikkate alınması gereken diğer bir husus, re’y denilen şahsi görüşlerin kayıt altına alınması konusundaki endişelerdir. Aslında bu tür rivâyetlerde kitâbeti kerih görülen unsur hadis değil; şahsi görüşlerdir. İslâmi ilimlerin henüz birbirinden ayrılıp müstakil bilim dalları haline dönüşmediği bu dönemlerde, her disipline ait müstakil kitâbet faaliyeti bulunmamaktaydı. Dolayısıyla bir şeyler yazıldığında hadislerle beraber şahsi görüşlerin de kaydedilmesi endişesi vardı. Görüşlerinin kaydedilmemesini isteyenler için en emniyetli yol kitâbete izin vermemekti. Şahsi görüşlerin kaydı ile ilgili durumu daha iyi anlamak, hicri birinci yüzyılda veya bu dönemin yakınlarında, ilim adına ön plana çıkan şahsiyetlerin ilmi faaliyetlerini incelemekle mümkündür. Bu faaliyetleri ne şekilde yürüttükleri, sohbetlerinde rivâyetlere ve kendi reylerine ne derece yer verdikleri, soru soranların hadisle beraber rey isteyip istemedikleri gibi konular iyi anlaşılırsa bu başlıkta ele alınan husus daha net anlaşılacaktır. Bu bakış açısıyla döneme ait rivâyetler incelendiğinde şöyle bir tablo karşımıza çıkmaktadır: Konuyla ilgili Dârimî’de geçen bir rivâyette Mâlik b. Miğvel (ö. 159/776), Şa‘bî’nin (ö. 104/722) kendisine şunları söylediğini nakletmiştir: “Onların sana Resûlullah’tan aktardıklarını al, kendi reylerinden söylediklerini helaya at.” (Ma‘mer b. Râşid, 1403, s. XI/256; Dârimî, “Mukaddime”, 23) Bu rivâyet Ma‘mer’in (ö. 153/770) el-Câmi‘inde de “Sana Resûlullah’ın ashabından söylerlerse onu al.” şeklinde nakledilmiştir. Rivâyetten anlaşıldığı kadarıyla Şa‘bî’nin onlar diye kastettiği kişiler, Hz. Peygamber’den rivâyet etmenin yanında kendi sözlerini de aktarmaktadırlar. Başka bir rivâyette re’y yönü ile meşhur Rebî‘a (ö. 136/753), İbn Şihâb’a (ö. 124/742) “Ey Ebû Bekir insanlara kendi re’yinden bir şey söylediğinde bu benim görüşümdür de! Hz. Peygamber’den bir şey söylediğinde ise bu Hz. Peygamber’in sünnetidir de ki insanlar senin görüşün ile Hz. Peygamber’in sünnetini karıştırmasın!” (İbn Abdilber, 1414, s. II/1071) Rivâyetten de anlaşıldığı kadarıyla dönem içinde re’y ve sünnetin birbirine karıştığı sohbetler, anlatımlar söz konusudur ve buna karşı bir ikaz meydana gelmiştir. Başka bir rivâyette de Şa‘bî, kendisine soru soran birine İbn Mes‘ûd’un (ö. 32/652) görüşüyle cevap vermiştir. Bunu üzerine adam senin görüşün nedir diye sorunca Şa‘bî, “Sana re’yimi söyleyeceğime şarkı söylerim daha iyidir.” (Dârimî, “Mukaddime”, 17) diye cevap vermiştir. Rivâyette dinleyen kişilerin aldıkları cevaplarda, rivâyetlerin yanında re’yleri de merak edip sorduğu görülmektedir. Başka bir rivâyette Ebû Seleme b. Abdurrahman (ö. 94/712-13) Hasan-ı Basrî’ye (ö. 110/728) “İnsanlara verdiğin fetvalarda işittiğin bir rivâyetle mi hükmediyorsun yoksa kendi re’yinle mi hüküm veriyorsun?” diye sormuş. O, “Hayır, verdiğimiz fetvaların bütünü bir rivâyete dayanmıyor, ancak bizim re’yimiz onlarınkinden daha hayırlıdır.”demiştir. (İbn Abdilber, 1414, s. II/854) Burada da yine sorulara verilen cevaplarda rivâyetlerle re’yin beraber kullanıldığı ve bunların birbirinden ayırt edilmeden beraberce söylendiği anlaşılmaktadır. İlim meclisleri ile ilgili gözden kaçırılmaması gereken diğer bir husus, kitâbet uygulamalarının keyfi ve izinsiz olmasıdır. Yani re’y ve hadislerin beraberce ifade edildiği ortamlarda yazanlar, çoğu zaman izin alıp kontrollü bir şekilde bu işi gerçekleştirmiyorlardı. Böyle bir iş için önceden izin almak ve kitâbet sonunda yazdığını kontrol ettirmek bir anlamda meydana gelecek hata ve yanılmaları en aza indirecek, re’y ve hadis ayrımını sağlamış olacaktı, ne var ki her defasında bu şekilde kontrollü bir kitâbet faaliyeti gerçekleşmiyordu. Konuyla ilgili rivâyetlerin birinde İbn Sîrîn’in yazan insanların varlığını hissettiğinde konuşmasını azalttığı nakledilmiştir (İbn Sa‘d, 1410, s. VII/147). Yine Hammâd’ın, İbrâhîm’den yazdığını bildiren rivâyette Neha‘î durumu fark edince ona kızmıştır (İbn Sa‘d, 1410, s. VI/281). Rivâyetler bu yönüyle kitâbet konusunu direkt ilgilendirmiyor, ancak bu tarzda cereyan eden ilmi muhaverelerin yazıya geçirildiğini düşündüğümüzde, rivâyetlerin yanında şahıslara ait yorum ve düşüncelerin de yazıya geçirilerek kayıt altına alınacağı ve rivâyetlerle re’yin birbirine karışacağı şeklinde bir endişe kendisini göstermektedir. Bu konuyla ilgili en net ifadeler Câbir b. Zeyd‘den nakledilmiştir. Zira ona “Etrafındakiler senden duyduklarını yazıyor.” denildiğinde o, “Yarın vazgeçeceğim şeyleri yazıyorlar.” (İbn Sa‘d, 1410, s. VII/134; İbn Abdilber, 1414, s. II/1069) diyerek durumdan duyduğu memnuniyetsizliği dile getirmiştir. Sa‘îd b. el-Müseyyeb maddesinde de görüşlerinin yazılması üzerine Sa‘îd’in yazılı sahîfeyi yaktığı nakledilmiştir (İbn Abdilber, 1414, s. II/1070). Bu başlıkta ulaştığımız sonuçlar birtakım sorulara da cevap olabilecek mahiyettedir; Kûfe ehlinin kitâbet karşıtlığını izaha çalışan bir kısım yaklaşımlar onların fakih olmasını, muhaddis olmamasını gerekçe olarak göstermiştir. (Bu izah Yusuf el-Îş’in Takyîdü’l-ilm’in tahkikini yaptığı basımda, giriş kısmında yer almaktadır. Hatîb el-Bağdâdî,1394, s. 20) Ancak bu başlıkta ulaşılan sonuçla konuyu şu şekilde değerlendirmek mümkündür: Fıkhi yönü ağır basan ve re’ye müracaatları ile ön plana çıkan isimler, kendi re’ylerinin kayıt altına alınıp bir anlamda bakileştirilmesinden memnun olmadıkları için yazıya mesafeli olmuşlardır. Bu isimler özellikle rivâyetler ile re’ylerin birbirinden ayrılmayıp beraberce yazıldığı ortamlarda, yazıdan yana rahatsızlıklarını açıkça belirtmişlerdir. İfade edilen rahatsızlık direkt rivâyetlerin yazılmasından kaynaklanan bir karşı duruş değildir. Bu nedenle aynı isimlerden zaman zaman hadis kitâbeti lehinde rivâyet görmek de mümkündür. Bu isimlerin özellikle Kûfe ehli olmasının sebebi de re’y dediğimiz ilmi faaliyetin Kûfe’de daha yaygın olmasıdır. ( Rey geleneğinin Kûfe’deki temellerini görebilmek için bk. Özdemir, 2020, s. 7-25) Ayrıca “Yazıyla İlgili Değişken Şartlar” başlığında ifade ettiğimiz üzere yazıyla ilgili Kûfe özelinde yaşanan sorunlar hadislerin serbestçe yazılmasına fırsat vermemiştir.

2.5. Hafıza Gücünün İfadesi 

Hadis kitâbeti ile şahısların hafıza gücünü ifadeye döken rivâyetler arasında kitâbet aleyhine gelişen bir ilişki söz konusu olmuştur. Kişilerin zekâvetini ortaya koyan birtakım anlatımlar, bazı isimlerin yazıya müracaat etmediğini belirterek onlardaki hafıza gücüne vurgu yapmıştır (Schoeler, 2007, 176). Bunlar aslında yazıya karşı takınılan tavrı dillendirmeye yönelik betimlemeler değil, kişilerin hafıza gücünü ortaya koyan rivâyetlerdir. Hafıza o kadar güçlüdür ki ezberlenen şey, yazıya dökülmeden muhafaza edebilmektedirler. Bahsi geçen durum “Hiçbir şey yazmadım, sadece uzun bir hadis yazdım ancak ezberledikten sonra da sildim.” (er-Râmhürmüzî, 1404, s. 383; Hatîb el-Bağdâdî, 1429, s. 63) şeklindeki anlatımlarda karşımıza çıkmaktadır. Burada rivâyetlerin kolay ezberlendiği, uzun rivâyetler için de yazıdan istifade edildiği şeklinde bir mana vardır. Bu durum hafıza gücünü ön plana çıkaran bir anlatımdır. Aksi takdirde yazmadım demek ve ardından yazdığını söylemek izahı güç bir durumdur. Uzun bir rivâyeti ezberleyen kişinin ezberlediği yazılı metni imha etmesi yine o kişinin hafıza gücü ile ilgili bir anlatımdır. Çünkü bu kişi bir defa hafızasına aldığı bir metni tekrar hatırlamak için yazılı metne ihtiyaç duymayacak kadar güçlü bir hafızaya sahiptir. Yine bazı rivâyetlerde geçen “Hiç yazmadı, asla yazmadım!” (Dârimî, “Mukaddime”, 42; Ali b. Ca‘d, 1411, s. 192; Hatîb el-Bağdâdî, 1429, s. 63) şeklindeki abartılı anlatımlar aslında hafıza gücüne vurgu yapan ifadelerdir. Çünkü aynı isimlerin hadis kitâbetine dair rivâyetleri de bulunmaktadır. Mesela asla yazmadım şeklindeki anlatımlardan birisi İbrâhîm en-Neha‘î’ye aittir. Oysa onun hadis yazdığına dair bir rivâyet zikretmiştik (Nesâî, “Nikâh”, 51; Ebû Ya‘lâ, 1989, s. VIII/163; er-Râmhürmüzî, 1404, s. 441). Ezber gücündeki harikalığı yazıdan uzaklıkla ortaya koyan diğer bir rivâyet Şa‘bî’ye aittir. Konuyla ilgili bir rivâyette kendisi şunları nakletmiştir: “Siyahı beyazın üzerine yazmadım ve hadis işittiğim birinden o hadisin tekrarını istemedim.” Rivâyete göre Şa‘bî öğrendiği ilmi yazarak elde etmemiş, bunu hafıza gücüyle elde etmiştir. Çünkü rivâyetin sonunda yer alan “Hadis öğrendiğim kişiye ikinci defa hadis sormadım.” ifadesi bir duyuşta ezberlemek gibi harikulade bir hafıza gücünü belirtmektedir. Kitabet karşıtı duruşun varlığını devam ettirmesinde, hafıza gücünün abartılı betimlemeleri önemli bir etkiye sahiptir. Konuyla ilgili olarak Fuad Sezgin şu tespitlerde bulunmuştur: “Hadislerin yazılması karşısındaki zayıf mukavemet âdeta fantezist bir mahiyette ta altıncı asra kadar zaman zaman görüldü. Bu görüşün mensubları, kitâbetin bekasının karşısına hafızanın parlak misallerini vererek çıkıyorlar; bazen bu misallerini birçok beyitle ifade ediyorlardı.” (Sezgin, 2017, s. 55)

Sonuç

Tabiûnun büyük ve orta tabakasından bir kısım isimlerin kitâbet karşıtı rivâyetleri bulunmaktadır. Bu isimlerden bazıları özellikle sahabe uygulamalarının etkisiyle kitâbet karşıtı bir tavır sergilemiştir. Ancak rivâyetlerin bütününde sakıncalı görülen husus direkt hadislerin yazılarak kayıt altına alınmasıyla ilgili değildir. Kitâbet aleyhinde rivâyeti bulunan neredeyse tüm isimlerin aynı zamanda kitâbet lehine yorumlanabilecek rivayetlerinin olması bu durumun en bariz göstergesidir. Tabiûn, Kur’ân’ın yazıldığı kerarislere hadis yazmamak, hadislerle beraber şahsi görüşlerin kaydedilmesine engel olmak, gelişmiş olmayan bir yazıyla yanlış kayıt yapmamak ve hafıza gücünün boyutlarını yazıdan uzak durmakla ifade etmek gibi nedenlerden dolayı kitâbet aleyhinde tavır sergilemiştir. Doğrudan hadislerin kaydının aleyhinde bir anlam içermeyen bu rivâyetleri hadis kitabetinin sakıncalı görüldüğü başlıklar altında sıralamak, kitabet karşıtı duruşu olduğundan daha belirgin hale getirmiştir. 

Anahtar Kelimeler :

Paylaş


Yorum Sayısı : 0